11 Aralık 2012 Salı

Duymadım,Görmedim,Susuyorum


    Bu resimde duymayan Sayın yetkili bu ülkede şubatçılar adı altında atanamayan öğretmenler günlerce bu soğuk havada sadece sizden 5 dk istediler, yanlış duymadınız yetkili sadece 5 dk duydunuz mu? Sizin oğlunuzda var kızınızda, tahminim onlarla yaşıt olsa gerek o gençlerin tek suçu referanslarının, zengin bir aileye sahip olmamalarımı?Sayın yetkili siz değilmiydiniz Hz.Ömer edası ile Nil nehrinin kenarında bir koyun ölse bana sorulur hesabı diyen, fazla uzaklara gitmenize gerek yok,bulunduğunuz şehirde yağmur altında eylem yaptılar duydunuz peki bunları duymadınız 350bin tane İİBF mezunu kadro diye haykırdı,alan sınavında derceye girip refansı yok diye elendiler duydunuz mu? yetkili hangi Türkiye’yi inşa ediyorsunuz gençlerin sorunlarının göz ardı edildiği bir ülkeye kaç kat çıkabilirsiniz ki?
   Görmeyenler ise medya,medya nedir neyle ilgilenir,ülkenin gündemi sorunlarını dile getirmez mi?yada hangi haberi yaparsam trajım artar düşüncesindemidir.Sizlere soruyorum sevgili yazarlar,medya mensupları bu gençler sizlere sorunlarını anlatan kaç bin tweet attı, hiç bakıp cevap verdiniz mi? bir köşenizi, kanalanızda bir dk o gençlerin sorunlarına ayırdınız mı? doğru ya köpek insanı değil,insan köpeği ıstırınca ortaya çıkarsınız ama gençlerin gelceğini ıstırıyorlar,birileri duymasın diye susarsanız…
   Susanlar her yıl mezun veren okullara bakarsınız, atanan insanlara bakarsınız hakkını arayan çok az nerede bu insanlar. İşte o insanlar susuyor.Korkuyorlar başlarına bir şey gelcek diye başlarına öne eğip herşeye razı oluyorlar,mesleğini alıyorlar,geleceğini alıyorlar,hala susuyorlar birgün herşeyi kayıpettiğinizde uyanırsınız o zamanda atı alan üsküdarı geçer….Uyuyan geçlik size M.Akifin mısraları ile seleniyorum “Atiyi karanlık görüp gaflete dalmak, eğer varsa bir ölüm eminim budur ancak davransana dipdiri meyyid iki el bir baş içindir,elde senin başda senin…”artık korkularınızı,endişelerinizi bir kenara bırakıp harekete geçme zamanınız geldi.Başkları çalışsın ben kadromu alayım düşüncesi yerine elini taşın altına sokma zamanı geldi.Sessizliğinizi bozma zamanı gün kadro mücadelesi veren arkdaşlarınıza destek verme zamanıdır

15 Kasım 2012 Perşembe

Türkiye de üniversite mezunu olmak!!!


    İlkokul ile başladığımız hayat bize ilk yarışmayı  sbs sınavları ile 8 sınıfta öğretir.Büyük bir heyacan başlar kitaplar bitirlir yüz binlerce sorular çözülür sınav vakti gelir kimi iyi liselere kimi kötü liselere yerleşir,tam rahatladım artık sınav yok dersin bir bakmışsın ki karşına ygs&lys çıkmış yine aynı maroton başlar gecelere kadar ders çalışmalar uykusuz günler sonunda iyi bir üniversiteye yerleşirsin yada kazanamaz bir iki yıl daha sınava çalışırsın bizim ülkemizde öğrenci olmak sınavların kölesi olmaktır.Üniversiteyi kazandın,sevdiğim bir bölüme de gittin aslında 4-5 yıl bölümünün eğitimin aldın, karşına yine bir sınav işte bu hepsinden önemli hayata ilk adımını atacağın kpss sınavı maroton tekrar başlar sınavlar,sınavlar birbirini kovalar.
     Asıl herşey burda başlar ülkemizde,   lise öğretmeni mezunudursun bütçe ücretli öğretmenler alırlar sen atanamazsın uzun yıllar beklersin,atanmak için sistem değişti derler atanamazsın,kendi yeni hobi seç mesleğin olsun derler susarsın ,susarsın yıllar geçer bir taksici olursun,simitci olursun hala bir umut atama beklersin  ama hep umut…

     İİBF mezunudursun ne umtlarla gelirsin kaymakam olacağım dersin,karşına refarans kimliğine bürünmüş torpil çıkar,Ee malum torpil yüzünden alan sınavından atanamazsın gih bir memur olayım dersin karşına 4001 çıkar,senin onca yıl gördüğün kamu yönetim.muhasebe,hukuk dersleri boşa çıkar.
     Fen edebiyat mezunudursun fakulteye girerken ben ne iş yapacağım sorusunla karşılaşırsın, dersaneler vasat maaşlar alırsın el mecbur susarsın,maaşını alır yol parası yaparsın.
     Bir çok bölüm var, hepsine değinmeyi çok isterim sorunlarınızı bana ilettikce sizi anlatmaya devam edeceğim,Bügün sosyal ağları büyük bir nimet olarak görmek gerekiyor,bunu çok iyi kllanmak gerekiyor ama görüyorum 2bin bir yerde 3 bin bir yerde ayrı ayrı kişiler bölümler var diğer bölümler hakkında atıp tutuyor .Arkadaşlar böyle konularda birlik olmak gerekir,eminim hepinizin o kötülediğiniz bölümlerde arkadşlarınız vardır,gencler birleşsin tek ses tek yürek atama desin hep beraber gencin sesi diyelim hep birlikte tweet atalım sizin için bir grup kurdum facede haydi arkadaşlar tüm sosyal ağ harekatını birlite yapalım
Facebook:http://www.facebook.com/groups/519331008079708/

23 Ekim 2012 Salı

Köyden İndim, Şehre


 

Bu söz birçok açıdan tanıdık gelmektedir toplumumuza. Eski Türk filmlerinde en çok işlenen konuydu bir köylünün, köyünden çıkıp para kazanmak için şehre gelmesi. Zengin olmak için doğasını kültürün bırakıp gelmenin adıydı; köyden indim şehre.

 

Yandaki resim her şeyi anlatıyor olsa gerek. Apartmanlar bir kıyma makinesi gibi değişik kültürden gelen insanları bir kalıba sokuyor farklı değer ve kültürlere sahip insanların kültürlerini yok ediyor. İşte bu yok oluşa mahkûm olmanın ilk adımıdır şehir. Belli saatler arasında işten eve, evden işe gitmektir bir anlamda.  Ne oldu bizim komşuluk duygularımıza ki, apartmanda oturan birine sorsanız bırakın alt üst komşusunu karşı komşun kim desen vereceği cevap hem... küm... Hakan mı yok yok Ayşe’ydi  herhalde, sonra gazetede manşet: Gündüz gözüne hırsızlık oldu. Bu hırsızlık olurken neredeydi karşı komşusu, alt komşusu neredeydi? Komşusunun taşındığını düşünmüştür herhalde, eski halimize ne zaman döneceğiz. Bir sabah da komşumuzun ismi ile ne zaman günaydın diyeceğiz….

 

Eğer ki kentleşme politikası sizin değerlerinizi, kültürlürenizi alıp götürüyorsa yerine taştan 20 katlı binalar dikiyorsa, sizi sabah işe akşam eve hapis ediyorsa, eski temiz havanın yerini kömür dumanları alıyorsa, sizin de taktir ettiğiniz gibi o kentleşme değildir. Olsa olsa iki apartman dikmekle kentleştim sananların ütopyası olsa gerektir. Kentleşme bina dikmek değildir, kentleşme gecekondu yıkmak değildir. Asıl manada kentleşme binaları kurarken doğayı düşünmektir, kültür ön planda tutmaktır. Ruhlaşmış insanlar yerine, kültürünü, değerlerini yaşatan insanıdır kentleşme.

 

Değerli büyüklerimden ricam, dünya şehri olalım derken, doğal güzellik ve kültür katili olmayalım.

 

Kaş yapayım derken göz çıkarmayalım(Deyim).

   

9 Ekim 2012 Salı

SUSADIM SANA ...

Susadım sana ey yar yağmurlu bir havada..Sabah rüzgarında, kara deniz kırlarında güneşi bekler gibi susadım sana...
İçimi soğutmak için kış gecelerinde soğuk karların kum taneli gibi parçacıklarını yerken susadım sana...
Haydar paşa garında tren sirenlerinden uzak, dönüşü olmayan bir sefer ararken susadım sana ...
Gece mehtabı seyrederken  samimi dost yalnızlıkla seni paylaşırken  susadım sana ...
Bir sonbahar sabahı yaprakların düşüşündeki , rüzgarın uğultusunda ki aşk melodisini dinlerken susadım sana... 
Ben hep "sus"tum sana içimdeki dört mevsim seni anlatmadan ...
Bu yüzden hep susuz kalacağım sana seninle en güzel anıları yudumlarken...

8 Ekim 2012 Pazartesi

İİBF öğrencileri aile danışmanı olabilir mi?



Aile danışmanlığı ülkemizde yaşanan aile arası şiddet olaylarının arttığı bir dönemde Türkiye için geç kalınmış bir kurumdur.Aile danışmanlığının oluşmasıyla birlikte atama sorunu bekleyen bir çok öğrencilere yeni bir istihdam alanı açıldı.Bunun ile beraber hangi fakülte mezunlarıaile danışmanı olabilir soruları bir çok üniversite mezunu gençlerin gündeminde yer aldı,Aile ve Sosyal Dayanışma Bakanlığının açıklamasına bir göz atalım:

Meslek elemanının eğitimi ve nitelikleri

MADDE 15 – (1) Merkezde çalışacak meslek elemanları; tıp, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, sosyal hizmet, çocuk gelişimi, okul öncesi öğretmenliği, sosyoloji, aile ve tüketici bilimleri, hemşirelik, psikoloji alanlarından birinde asgari dört yıllık lisans programını tamamlamış olmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu veya üniversitelerin, biri tarafından uygun görülen en az seksen saati teorik ve kırk saati uygulamalı olmak üzere toplam yüz yirmi saatlik eğitim programını başarıyla tamamlayanlar ve/veya sertifikaya sahip olanlar meslek elemanı olabilir.

(3) Psikoloji, tıp, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, sosyal hizmet, çocuk gelişimi, okul öncesi öğretmenliği, sosyoloji, aile ve tüketici bilimleri, hemşirelik lisans programını tamamladıktan sonra bu alanların birinde yüksek lisans veya doktora eğitimini tamamlamış olanlar meslek elemanı sayılır ve ayrıca bunlardan merkezlerde çalışmak için sertifika istenmez.

MADDE 12 – (1) Merkez açılabilmesi için, farklı lisans programlarından mezun en az bir aile danışmanı ve bir meslek elemanı ile büro, teknik ve temizlik işlerini yürütecek en az bir personelin bulunması gerekir.

(2) Merkezler, ihtiyaç durumuna göre zorunlu personele ek olarak sağlık, hukuk ve benzeri konularda danışmanlık hizmetlerini yürütecek personel çalıştırabilir veya bu konularda hizmet satın alabilirler.

(3) İl müdürlüğünce onaylanan aile danışmanı dışında, herhangi bir kişi aile danışmanı olarak çalıştırılamaz.

Aile danışmanının eğitimi ve nitelikleri

MADDE 14 – (1) Sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, tıp, hemşirelik ve çocuk gelişimi alanlarından birinde en az dört yıllık lisans programlarından mezun olanlar, Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu veya üniversitelerden, biri tarafından uygun görülen en az üç yüz saati teorik ve en az otuz saati süpervizyon eşliğinde olmak üzere yüz elli saati uygulamalı toplam dört yüz elli saatlik aile danışmanlığı alanında bir eğitim programını başarıyla tamamladıktan sonra sertifika alanlar, aile danışmanı unvanı alabilir.

(2) Sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, tıp, hemşirelik ve çocuk gelişimi lisans programlarını tamamladıktan sonra aile danışmanlığı alanında yüksek lisans veya doktora eğitimini tamamlamış olanlar aile danışmanı sayılır ve ayrıca bunlardan merkezlerde çalışmak için sertifika istenmez.

 

                                                                                                         

Evet arkadaşlar sizlerinde gördüğü gibi sosyoloji,psikoloji mezunlarının olabileceğini görüyoruz.Peki bizim ülkemizde mutsuzluk yüzdesinden haberiniz var mı?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca 12 bin aile üzerinde yapılan araştırmada çarpıcı sonuçlara ulaşıldı.


 

 


Sizinde  görüdüğünüz gibi mutsuz ve çok mutsuz aile oranı %2.8 sanırım şaşırdınız peki bu kadar kavga ve şiddet nasıl ortaya çıkıyor;küçük kıvılcımlar oluşturuyor genchaber42’nin 1000 kişiye sorduğu soruda kavgaların en büyük kısmı bütçe sorunlarından ortaya çıktığını gördük.Psikoloji,sosyoloji mezunları ne kadar  bütçe sorunlarına değinebilir,bunun dersini ne kaç saat aldılar gerekli kurunmlar soruma cevap vermesini temenni ediyorum.

 

Aile danışmanı olacak kişilerde donanım olarak;ailenin bütçe düzenlemesini yapmalı,hukuki sonuçalrını değerlendirmeli ve bunun yanında %2.8 az görmeden onların psikolojik ve sosyolojik sorunlarına değinmelidir.

 

İİBF inceleyelim bu vasıflara sahip mi?

Sizinde bildiğiniz gibi İİBF mezunu öğrenciler 1.sınıftan 4.sınıfa kadar yönetici vasfı ile yetiştirildiği için halkının psikolojik ve sosyolojik durumunu,iletişimin nasıl kurulması gerektiği,medenin hukuku ve bütçe düzenlemesi ile ilgili bir çok ders alıyor.Gerekli kurumların 300.000 İİBF mezunlarına yeni bir istihdam alanı olrak değerlendirilmeli ve aile danışmanlığı hakkının verilmesini gerektiğini düşünüyorum…

 

Adalet güzeldir. Fakat devlet büyüklerinde olsa daha güzeldir. (Hadis-i Serif)

5 Ekim 2012 Cuma

TARİFSİZ...

Nesin sen karanlık mısın bana ?
 Doğmayan güneş misin ? Ayna da  ki suretim kadar uzak mısn ?
 Çaresizlik misin nefes almamı engelleyen  ?
 Son nefes misin ahiretimi belirleyen ? Nesin sen kaçtığımda kovalayan gölgem misin ?
 Umudum musun yarınları bekleyen ? 
Düşüncem misin beni hayal kurmaya sürükleyen ? 
Günahım mısın vicdanımı gözyaşımla kavuran  ? Suskunluğum musun kelimeleri yetersiz bırakan ? 
Ah bir anlayabilsem senin ismini andığım da üçüncü sol kaburgamın neden sızladığını ...
Yoksa sen AŞK mısın sabahlarımın aydınlığını kapatan....

4 Ekim 2012 Perşembe

SEN VAR YA SEN...

Sen kim misin ? Sen sorulmaması gereken soru , verilmesi gereken cevapsın...
Sen sıyrılıp kendine dair tüm kimliklerden, sana bürünmüş bensin...Sen bir ahsın mazlumun yüreğinden kopan...
Sen kendine en uygun dost en kötü düşmansın...
Sen bir duasın çaresizliğin ortasında ...
Sen kimsesizler mezarlığında bir isimsin...
Sen topraksın sarınca bedenimi ölümün soğuk elleri ...
Sen hayrat ağacımcımsın ; sallanınca yaprakları benim için af dileyen ...
Sen var ya sen ruhuma gece nefsime gündüzsün...Sen susunca şiirim konuşunca hicivimsin...
Sen kim olursan ol nerde olursan ol hep nefesini hissedeceğim kadar yakınım , gözlerine bakamayacağım kadar uzağımsın...

3 Ekim 2012 Çarşamba

Acı mı Gerçek mi...

Saklamalı insan bazen bakışlarında haykıran çaresizliği..Küçük bir çocuğun en sevdiği oyuncağı alınmış gibi ağlamamalı özgürce...
Her ne kadar farkında olsa da gözlerinden dökülecek olanın yüreğini soğutacağını,yansın diyebilmeli dimdik kararlılıkla..."Sus"abilmeli bazen yüreğinin bedenine yaptığı işkencelere...
Çaresizliği hissetmeli iliklerinde kendine karşı ...Ama hiçbir zaman yıkılan bir enkazın parçalarıyla yeni bir geçmiş inşa etmemeli...yüreği cehennem olsa da gittiği her yere içerisinde öldürdüğü "o"nu taşısa da asla dönmemeli kaybolduğu boşluğa ...Tanıdık gelmeyecek oralar daha da gömüleceksin kendine en uzak  yakınına...

SÜKUTUN DA KALBİ DURDU...

Konuşmak mı dediniz ? Nedir ki o..? Ben sükutun sesini bile kaybettim geçmişin karanlık köşelerinde...
Ruhumu mahkum ettim her gününde kış yaşanan bir yalnızlığa...belki alışır yalnızlığa çünkü ona aksini hatırlatacak bir "tık" yok..bir  bakış yok, konuşmak yok , susmak yok ...kalp atışlarımı da duyamıyorum artık...anılar silindi ...artık baharı da hatırlayamıyorum...
Sahi
nasıldı toprak kokusu ince bir yağmurdan sonra? ...Ağaçlar ıslatır mı gene saçlarını elmas taneli yağmurlarla ?...Kuşların cıvıltısıyla güneş nazlı nazlı çıkar  mı bulutların arasından...Sanki yeryüzüne yıldızlar inmiş gibi parlar mı kayalıklar...Çocuklar gene yüzdürür mü çamurlu sular da kağıt gemileri?...Aşıklar ıslanır mı umursamazcasına hiç üşümeden birbirlerinin ellerine sımsıkı sarılıp yağmur altında tek vücut olurlar mı?...Ben unuttum sen söyle; kimsenin adını koyamadığı kadar doğal renkleri hayal gibi uzak gösteren  gök kuşağı çıkar mı ulaşılmaz dağların ardından? ...Ah ne kadar da özlemişim düşünmeyi...kendi gölgemin altında kalmışcasına karanlıkta imişim meğer ...Bir eyvah!  çektim derinden... Artık düşüncelerimin sükutu da mı ses vermez oldu ..Artık sükutumun da mı kalbi atmıyor...


11 Eylül 2012 Salı

LİSANS MI? ÖNLİSANS MI?

  
LİSANS MI? ÖNLİSANS MI?
 

İİBF sorunu anlatmak ile bitmez; atama sayısının az olması,4001 kod ile İİBF alanı gasp edilmesi, lisans dururken önlisans alımı yapılması peki İİBF mezunları isyan etmesinde her yıl 40.000 alım yapan eğitimci arkadaşlarımızmı isyan etsin.
Bugünkü yazımda lisans ve önlisansı karşılaştırıp yorumlamak istiyorum.

İİBF önüne geçen, genellikle bankalar ve sgk tarafından işe alınan, Bankacılık ve Sigortacılık bölümünü inceleyelim.

Bankacılık ve Sigortacılık bölümünün derslerine bir göz atalım.


1.Sınıf Dersleri
2.Sınıf Dersleri
Genel Muhasebe İktisada Giriş
Genel İşletme
Hukuka Giriş
Genel Matematik
Davranış Bilimlerine Giriş
Temel Bilgi Teknolojileri
Yabancı Dil (İng. Alm. Fra)
Banka ve Sigorta Hukuku
Banka ve Sigorta Pazarlaması
Sigortacılık Uygulamaları
Bankacılık Uygulamaları
Banka ve Sigorta Muhasebesi
İstatistik
Türk Dili
Atatürk İlkeleri ve İnk. Tarihi


Şimdide aynı alana atanması gereken İİBF derslerine bakalım.

1.Sınıf
2.Sınıf
3.Sınıf
4.Sınıf
Genel Matematik
Muhasebe Uygulamaları
Türk Vergi Sistemi
Uluslararası İşletmecilik
Genel Muhasebe
İktisat Teorisi
İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku
İnsan Kaynakları Yönetimi
İktisada Giriş
Yönetim ve Organizasyon
Yabancı Dil (İngilizce)
Muhasebe Denetimi ve Mali Analiz
Genel İşletme
İstatistik
Finansal Yönetim
Stratejik Yönetim
Hukuka Giriş
Ticaret Hukuku
Pazarlama Yönetimi
Girişimcilik
Davranış Bilimlerine Giriş
Kamu Maliyesi
Maliyet Muhasebesi
Türk Dili
Temel Bilgi Teknolojileri
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Yönetim Bilgi Sistemi
Sermaye Piyasaları ve Finansal Kurumlar


Sgk ve bankalara atanan birinin hangi bilgilere sahip olmasını isterdiniz halktan biri veya bu kurumların müdürü olsanız,hangisini alırdınız.Ben olsam lisan mezunlarını alırdım, çünkü; sizinde gördüğünüz gibi önlisans okuyanlar İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku görmemiş,halktan biri olarak sgk gittiğinizde,sorunuza cevap almanız hakkınız olsa gerek,ama bu dersi görmeyen birinin sorularınıza cevap verebileceğini sanmıyorum.Peki bankaya gittiğinizde,yine aynı durum karşınızda,Ticaret Hukuku,Türk Vergi Sistemi ve Sermaye Piyasaları ve Finansal Kurumlar dersini almayan birisinin nasıl yardımcı olmasını beklersiniz ,siz beklersiniz de onların sorunlarınıza cevap vereceğini sanmıyorum.Kurum Müdürü gözü ile baktığımda ise bahsettiğimiz kurumlar hizmet sektörüne girdiği için ilk amaç halkın sorunlarına cevap verecek , personel alınması gerektiğini ve bulunduğu kurumla ilgili hukuki,ekonomik,vb. bilgiler ile kuşatılmış bir personel ilk tercihiniz olması gerekir. Ne kurumların zedelenmesini ,nede hizmet bekleyen halkın mağdur olmaması isteniyorsa,bu yanlışa biran önce son verilmelidir.




HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR OLUR MU (ZUMER SÜRESİ 9.AYET)

9 Eylül 2012 Pazar

Hayat Dersi





Beş yaşında idim. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü.
Babaannem eğildi aramaya başladı.
Sağa bakıyor sola bakıyor bulmaya çalışıyordu.
Çocukluk iste
-Aman babaanne dedim.
... - Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya yorulmaya değer mi?

Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı öfkeyle doğruldu.
-Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun ' dedi.
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru alın teri emeği çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti.
Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarini okuyorum.
Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım.
Alain ;
''Bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur '' diyordu.
İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri göz nuru el emeği vardır diyordu.

On dokuz yıl evveldi.
Stockholm'e gitmiştim.
Bir otele indim.
Geceydi.
Sabahleyin traş olmak için lavaboya gittiğimde aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
'Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın yanda bir kutu var oraya bırakın bir tek jiletle dahi olsa İsveç çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu.
Doğrusu hayretler içinde kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.
Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.
İste o ülke kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor ona sahip çıkıyor gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman belli periyotlarda radyolar televizyonlar bir haberi duyurur.
'Şu tarihte su saatte adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın.
Okumadığınız ilgilenmediğiniz kullanmadığınız ne kadar kitap dergi gazete varsa kâğıt ambalaj kutu varsa velev ki bir ilaç prospektüsü dahi olsa kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.'

Japonlar son derece sade basit yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş hayatın manasını anlayamamış zavallı kimselerdir.
Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar dış borçlar gırtlağı aşıyor.

Zamanın başbakanı meclisi toplar.
Kürsüye çıkar.
Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;
- Şu andan itibaren der
- Tanrı şahidim olsun ki Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.
- Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar en üstten en alta bir israftan
kaçınma kampanyası açılır.

Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.
Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm.
Yarabbim ne kadar sade ne kadar mütevazı ne kadar gösterişten uzak...

*Gerekmediği halde elektriği yakmakla suyu kapamadan bos yere akıtmakta gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına
geçmiyor muyuz?

*Hayat çok ince akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı bir at bir komutanı
Bir komutan bir orduyu
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..

Maddi durumumuz ne olursa olsun ister zengin olalım ister fakir hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.
Burada parayı da maddiyatı da aşan büyük bir sorumluluk duygusu edep ve incelik vardır.


Not:Alıntıdır



8 Eylül 2012 Cumartesi

İİBF kuruluşu ve önemi

İİBF kuruluşu ve önemi
“Sosyal medyada çığ gibi büyüyen İİBF öğrencilerinin hareketi üzerine destek olmak için bu yazıyı kaleme alıyorum”

Sanırım yine Osmanlı aşkım depreşti; ama haksızda sayılmam yönetici yetiştiren okulların kurulması, OSanırım yine Osmanlı aşkım depreşti; ama haksızda sayılmam yönetici yetiştiren okulların kurulması, Osmanlı Devletinde başladı.İlk mektebi 12 şubat 1859 Abdülmecit’in onayı ile mekteb-i mülkiye kuruldu.
mekteb-i mülkiye'ye giden yol (1859'a doğru)
ıı. Mahmut döneminde batı tipi eyalet modeli getirilerek, yeni vilayetler oluşturulmuştu. 24 eylül 1858'de dönemin içişleri bakanlığı kurulmuş; sonrasında ise valilerin, mutasarrıfların, kaymakamların ve kaza müdürlerinin görev ve yetkilerini belirleyen bir kanun yürürlüğe konmuştu. fakat yeni düzen için gereken genel idare personelini yetiştirecek bir kaynak okula gereksinim vardı. konunun önemi göz önünde tutularak, kaymakamlık ve müdürlük gibi idare amirliği işlerinde çalışacak memurlara kaynak olacak bir "mekteb-i mülkiye" açılması için incelemeler yapıp teklifte bulunmak üzere meclis-i ali-i Tanzimat görevlendirildi. 27 nisan 1858'de bu meclis tarafından hazırlanan gerekçe sadrazam Mehmet ali paşa'ya gönderildi. bab-ı ali'de uzun görüşmeler sonunda kabul edilen gerekçe, bir tezkere ile 3 mayıs 1958'de Abdülmecit’e sunuldu. padişah ertesi gün teklifi onayladı ve sadrazamlığa iletti. onaylanan teklife göre ilk maarif (milli eğitim) bakanı Abdurrahman Sami paşa'nın da katılımıyla meclis-i ali-i Tanzimat, mekteb-i mülkiye'nin tüzüğünü hazırlamak üzere toplandı. söz konusu tüzükte, bu okulun içişleri teşkilatına yetkin memurlar yetiştirmek için kurulduğunu, öğretim süresinin iki yıl olup, yatısız olduğunu, okulda yazı yazma bilimi, kompozisyon, aritmetik ve geometri, tarih, coğrafya, istatistik, Osmanlı devleti yeni kanunları, devletler genel hukuku, Osmanlı devleti ile diğer devletler arasında yapılan anlaşmalar ve ekonomi politik derslerinin okutulacağı, memur olanların doğrudan, diğerlerinin ise sınavla olmak üzere toplam 50 öğrenciyle eğitime başlanacağı gibi hükümler yer almaktaydı. seçme sınavı sonrasında, 12 şubat 1859 cumartesi günü, sadrazam Ali paşa başkanlığındaki hükümetin tümüyle katıldığı ve İstanbul’un bütün ileri gelenlerinin yer aldığı bir törenle mekteb-i mülkiye açıldı. okulun resmi adı "mekteb-i fünun-u mülkiye" idi




Yazıda da anlaşılacağı üzeri Osmanlı devletinde uzmanlaşmaya gitmesi gerektiğini anlamıştı. Aksayan işlere düzensiz yönetime mekteb-i mülkiye'den yetişen yöneticilerin son vereceğini biliyordu. Osmanlı devleti bu okullar ile istediği düzenli ve bilgili yöneticilere sahip oldu ve 21.yüzyıla kadar geldi şimdiki ismi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi…

21.yüzyılda İİBF durumu, ağlanacak halimiz,tarihten bir türlü ders çıkarmayışımız burada da başladı.Eski günlere Mekteb-i Mülkiye öncesine dönüş yaşadık.Osmanlı Devleti kaliteli yönetici yetiştirmek için mektep kuruyor bizler ise İİBF mezunları dururken onları olan alanlar Fen Edebiyat Mezunu arkadaşları atıyoruz,çıraklaşmada bu olsa gerek; sakın FEF okuyan arkadaşlar beni yanlış anlamasın, genç olarak onlarında atanmasını isterim ama kendi alanlarında atanmalı onların da sorununu başka yazımda dile getirecem.

Eskiden çok iyi hatırladığımız tarihi hatalarımızdan biri olan, babadan oğla geçen saltanat ile torpilli olduğu için kaymakam olarak atanan, yönetimde diğer arkadaşlarına göre başarısız olan birilerinin geldiği sistem ile hiç bir fark göremiyorum. Yöneticiler torpil demiyor referans diyor; buna çünkü bir ilçeyi ne olduğu belisiz birine emanet edemezlermiş.Bu sözünüze katılırım ama bir öğrencinin en iyi referansı öğretmenleri,hocaları ve yaşadığı çevredir onlarla iletişime geçilip araştırılsın kaymakamlık ile hayallerini süsleyen gençlerin hayalleri ile oynanmamalı.

İİBF sorunları bitmedi; 4001 en büyük sorunları onların. 4001 (Herhangi bir lisans programından mezun olan öğrenciler İİBF alanına atanmalarıdır.) .Bu çıraklık değilde nedir?Gerekli kurumlar İİBF mezunların sesine kulak vermeli 4001 kodunu kaldırıp nitelikli personel ataması yapılmalı..350.000 İİBF mezunu gençlerin sorunlarına son verilsin.

Yarının bu günden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine hemen bugün, yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz olsun daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapabiliriz."
EDWARD DE BONO

6 Eylül 2012 Perşembe

Mimari hata mı var…

Mimari hata mı var…




Yine haberlere dalmıştı,içinde bir korku ile haberleri izliyordu bir yandanda dua ediyordu Rabbim oğlum tüm evlatlar sana emanet deyip yakarıyordu Rabbine, biraz ağırlaştı ve oturdu. Sanki bir şey olmuştu kalbinden bir parça kopmuştu tam gözleri kapanacaktı ki zil çaldı kapıya yöneldi, askerleri görünce kalbi biraz daha hızlandı uzun uzun askerlere baktı askerler susmuştu anlamıştı oğlum hasanım dedi…

Hatırladınız sanırım bu sahneleri bizim ülkemizde her ay en az bir anne yaşıyor.Yapılan hatalardan hiç ders alınmıyor. Her yıl aynı karakol basılıyor ama kimse neden demiyor,olan sadece kalplerinin bir parçası giden o yiğitlerin annelerine oluyor susuyor ama içlerinden haykırıyor bitirin artık terörü, başka annelerin canı yanmasın.

Bu kadar annenin acısı yetmiyor gibi mimari ve askeri hatalar sonucu kurulan karakollar kınalı hasanların mezarı oluyor.Geçmişe dönüp bir göz attığımızda Osmanlı devleti karakollarını, hep tepelere inşa etmiş ve nerdeyse karakolun yüksekliği 5 katlı bir bina gibi ve etrafını koruyan surlardan oluşuyordu
Peki gel gelelim günümüzdeki karakollara, ova içine yapılmış 1 metre etrafını çeviren duvar bazılarında var bazılarında oda yok binalar ise müstakil evlere benziyor ah Osmanlı ah keşke seni biraz anlayabilseydik geçmişimize biran bakıp ders alabilseydik…

Bunun hesabını kim verecek şehit ailelerine kim diyecek göz göre göre oğlunuz şehit oldu. Bende merak ediyorum sorunun cevabını, ama her kim verecekse onlar şehit nedir bilmez ne hikmettir bilinmez ama hep şehit bayrakları eski bir göz evlerde dalgalanıyor bayrak o evlere yakışıyor, söylerken sakın unutma o annenin gözüne bakarak söyle…

İİBF MAĞDURİYETİ DEVAM EDİYOR

2012 KPSS'ye girmiş 924.739 aday içinde en büyük dilimi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları oluşturmaktadır
İİBF MAĞDURİYETİ DEVAM EDİYOR
 
2012 KPSS’ye girmiş 924.739 aday içinde en büyük dilimi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları oluşturmaktadır. Sınava her sene dahil olan yeni mezunlarımızla birlikte memur olmak için yarışan İİBF li aday sayısı 350.000 ‘i bulmuştur.
 
Ancak sınav puanı baz alınarak yapılan merkezi atamalarda İİBF’ye açılan kadro sayısı, aday sayısıyla paralellik göstermemektedir. Adaylar iki sene boyunca memuriyet beklerken atanmalarını neredeyse imkansız hale getiren yetersiz kadrolarla karşılaşmaktadır. Örneğin Kasım 2011 atamasında 400 civarı bir kadro verilmiştir ki bu sayı sınava giren İİBF li adayların sadece binde ikisine tekabül etmektedir. Kadro sayısının yetersizliği resmi makamlara iletilmesine rağmen mağduriyetimiz çözülmemiştir. Şöyle ki; haziran 2012 ataması için talep ettiğimiz kadro sayısı 15.000 iken ve bu talep memur olmayı bekleyen adaylarımızın sadece %5’i iken verilen kadro 2.900 olmuştur. Bu sayı oranlandığında aday sayımızın yaklaşık %1’ine atama yolu açılmıştır.
 
Her sene memur alımları ciddi rakamlarla telaffuz edilirken ailesinden, çoluk çocuğundan, özel hayatından feragat ederek emek veren arkadaşlarımızın yetersiz kadrolarla karşılaşması atanma ihtimallerini gittikçe zor bir hale getirmiştir. Vatandaşlarımız kamu kurum ve kuruluşlarında işlem yapabilmek için sıra beklerken İİBF mezunları da her sınavdan sonra 2 sene atama beklemektedir.
 
Verilen kısır kadroların zaman zaman eğitim, fen edebiyat ve mühendislik gibi farklı fakültelere paylaştırılması ve özellikle Genel İdare Hizmetleri kadrolarına başka adayların yerleşmesi mağduriyetimizi artıran diğer bir unsurdur. Üniversiteye hazırlanırken ÖSYM kılavuzunda SGK, Tapu, Yurt-Kur, İş-Kur, Maliye PTT gibi çalışma alanları özellikle belirtilmişken Genel İdari Hizmetler sınıfına dahil bu kurumlar şimdiye kadar ya yeterli miktarda alım yapmadı ya da başka kodlar üzerinden alım yaparak İİBF mağduriyetine yol açtı. Bizlere ÖSYM tarafından taahhüt edilen bu kadrolar için diğer fakülte mezunlarıyla 4001 (herhangi bir lisans programından mezun olmak) kodu altında yarıştırılmak istemiyoruz. İş Hukuku, Vergi Hukuku, İdare Hukuku, Kamu Yönetimi, İşletme, İktisat, Muhasebe gibi kamu kurum ve kuruluşlarında en gerekli derslerde başarılı olan arkadaşlarımız atama beklerken diğer fakülte mezunlarının bu işlerde istihdam edilmesi doğru bir uygulama değildir.
 
Nasıl ki bir dönem Ziraat Mühendisliği Fakültesi adayları öğretmen olarak atayan yanlış bir uygulama bu fakülte mezunu arkadaşlarımıza kalıcı bir hak sağlamadıysa daha önce 4001 kodu altında yapılan yanlış istihdam politikası diğer fakülte mezunu adaylara kalıcı bir hak sağlamamalıdır.
 
Örnekleyecek olursak;
 
Yurt-Kur 4001 kodu altında alım yaparak Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi mezunu adayların yerleşmesine olanak tanıdı. Ataması yapılan adaylar ilk öğretmen alımında istifalarını vererek kurumu zor durumda bıraktılar.
 
Aynı şekilde adı işletme olmasına rağmen Devlet Hava Meydanları İşletmesi 4001 koduyla alım yapmaya devam etmektedir.
 
SGK son iki atamada memur alımlarına ön lisans mezunu adayları da dahil etmeye başladı. İbretle izliyoruz. Eğitim almış, dirsek çürütmüş, 4 sene maddi manevi fedakarlıkta bulunarak okul bitirmiş İİBF mezunlarının yerleşmesi gereken bir kuruma ön lisans mezunu adaylar yerleştiriliyor.
Yine PTT ; Endüstri Mühendisliği, İstatistik ve Matematik mezunu adayların kodlarını alımlara ekleyerek istihdam sağlamaktadır.
 
İİBF mezunlarına atama kapısını aralayan en önemli kurumlardan biri olan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı alımları son dönemde ÖSYM merkezi atamalarından çıkarılmıştır. Mülakat sistemi getirilerek düşük puanlı bir adayın yüksek puanlı bir adayın önüne geçmesine imkan tanınmıştır. Ayrıca bu uygulama için 9 ay kadar beklenmiş ve çıkarılan yönetmelik sonucu yapılan alımlar Haziran 2012 merkezi atamasına çakıştırılmıştır. Adaylar hem gümrük alımlarında hem de merkezi atamalarda tercih yaptıklarından iki tercihine de yerleşen bir aday kurumlardan birini maalesef boş bırakmıştır. Gümrük alımlarında kullanılan puanın diğer atamalarda tekrar kullanılmasını engelleyecek bir uygulama mevcut değildir. Aynı uygulama her atama dönemi karşımıza çıkacak bir durumdadır. Bu tür yanlış uygulamalar kurumlar arasındaki personel sirkülasyonunu hızlandıran bir etkendir. Bir kurumda uzun süreli ve verimli çalışan personel istihdamı sağlamak, sırf bu yanlış uygulamalar yüzünden sekteye uğramaktadır.
 
Sistemsel sorunlar hep İİBF mezunlarının aleyhine işlerken yeterli sayıda atamanın yapılmaması kadar kurumlarımızın yol açtığı ve bize mağduriyet şeklinde geri dönen bu gelişmeler sonucunda İİBF mezunları sürekli mağduriyet halindedir. Bizler bu güzide ve lokomotif fakültemizin kamuda daha çok istihdamı için mücadele ediyoruz ve bu mücadelemizde hiçbir fakülte mezunu arkadaşımızı karşımıza almak istemiyoruz. Yetersiz istihdam sonucu adaylar da birbirine düşmektedir. İİBF mezunları haklı mücadelesini eğitimini aldığı derslere dayandırmaktadır ve bundan sonra yapılacak memur alımlarında sınava giren aday sayımızla orantılı kadro talep etmektedir.

ATANAMAYAN İİBF MEZUNLARI


Not:Yazı alıntıdır.ATANAMAYAN İİBF MEZUNLARINA destek olmak amacıyla paylaşılmıştır.

Kayaların Oğlu


1923`ün ılık bir ekim sabahında

Kayaların toprağa dikine saplandığı yerde doğdum

Toprak anayla kaya babanın oğluyum ben

Toprak anam sevgi dolu, bereket dolu

Toprak anam sessiz, ama toprak anam dopdolu

Toprak anam toprak anam Anadolu

Babamsa sağı solu belli olmaz

Bir gürledi mi yer yerinden oynar

Göğsünde çatırdamalar olurmuş

Onun için derdi, onun için sayısız irili ufaklı

Kaya parçaları vardır bu topraklarda

Ve sen benim oğlum

Ve sen kayaların oğlu

Bu taşı toprağı bir arada tutacaksın

Kolay değil kayaların oğlu olmak

Kuzeyden esen rüzgara

Güneyden gelen kavurucu sıcağa

Karşı koruyacaksın onları

Kolay değil, kolay değil

Kayaların oğlu olmak

2023`ün ılık bir ekim sabahında

Bacaklarımda hafif bir uyuşma ile uyandım

Ve sanki yüz yıllık ulu bir çınar gibi

Kök salmaya başladım o sabah

Ve ilk kez sağımda solumda asırlardır

Durmakta olan diğer çınarları fark ettim

Doğudan hafif bir seher yeli yükseldi

Ve asırlık çınarlar beni de aralarına aldılar

Ve 2023`ün ılık bir ekim sabahında

Yeni bir kayaların oğlunun doğuşunu

Beraberce seyre koyulduk...

         
                                    BARIŞ MANÇO


Kayaların oğlu canlandı.Bekliyoruz...

Öylesine yaralanmışızdır ki SUSARIZ..

Susarız…
 Konuşulan konuyu boş, basit ve anlamsız buluyoruzdur, konuşmayı da gereksiz ve anlamsız buluruz…
 Susarız…
 ...Konuşulanlar öyle abes ve mantık dışıdır ki sadece hayretle dinler ve sessiz bir tepkiyle belli ederiz duruşumuzu…
 Susarız…
 Sessiz bir onaydır susuşumuz… Biraz utangaçlık belki ama içten bir katılıştır söylenenlere…
 Susarız…
 Sessiz bir bekleyiş olur susmak… Ya kendimizin yada karşımızdakinin ortak değerleri yeniden gözden geçirmesine tanınmış bir fırsattır sessizliğimiz… Yada birinin bizi fark etmesi, doğru algılayabilmesi için tanınmış bir süre…
 Susan için endişe ve olasılık hesapları arasındaki gel git lerle biraz da huzursuz bir bekleyiştir susmak…
 Susarız…
 Dile getirilmeyen bir öfkedir bazen suskunluğumuz… Öylesine yaralanmışızdır ki yaralamak isteriz, yüreğini acıtmak ve kanatmak… Ve biliriz ki hiçbir söz acıtamaz, yaralayamaz ve kanatamaz kimseyi bir suskunluk kadar… Ve susmak en acımasız, öldürücü silahtır bazen…
 Susarız…
 Hassas ve kırılgan bir tepkidir… Küçücük bir hatırlatmadır belki… Fark edilmesi ve onarılması incelik ister… Ya yeniden bir kazanıştır yada aleyhte bir delil olarak kalır karşımızdaki için…
 Susarız…
 Bir ilişkide negatiflerin gözümüze batmaya başladığı, karşımızdakine ait aleyhte deliller dosyasının kabarmaya başladığı ve hatta dosyayı masanızdan kaldırmaya gerek duymaz olduğunuz bir noktadasınızdır… Bir duruş, bir soluklanmadır susmak…
 Ortak geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir… Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna… Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir susmak…
 Susarız…
 Ayağımız yerden kesilmiş, bulutların üstündeyizdir ve çiçek çiçek bahardır yüreğimiz… Sevdiğimizle yan yana ve can cana yızdır…
 Öyle bir ruhsal bütünleşmedir ki hiçbir söz tanımlamaya yeterli gelmez hissedilenleri ve susarız… Sadece yüreklerin ve gözlerin konuştuğu yerdir suskunluğumuz…
 Susarız…
 İletişimin tıkandığı yerdeyizdir, hiçbir iletinin bize yeterli gelmediği ve hiçbir iletimizin doğru algılanmadığı…
 Yanlışlıklar, yanılgılar ve kim bilir belki de gerçeklerdir bir fırtınaya tutulmuşçasına savrulup duran… Sözler yerini sessizliğe bırakmaya başlar ve siyah, tek nokta konur cümlelerin sonuna… Zamanla cümlelerimizin sonuna konan o tek ve siyah nokta büyüyerek bir kara deliğe dönüşmeye başlar…
 Güven ve sevginin içten içe çürümeye başladığı yerdir ve gitmek zamanının ertelenmiş halidir susmak…
 Susarız…
 Kabul edilmiş bir hata yada suçtur susuşumuz ve söylenecek her söz kaybetme riskidir… Korku eşlik eder suskunluğumuza…
 Susarız…
 Bir gidişi kabullenmektir susmak, yerinde ve zamanında olduğunun ayırdımında olduğumuz bir gidişin…
 Susarız…
 Hayata karşı bir susuştur bu kez yaşanan… Bizi can evimizden vuran bir kayıp, yaşanan büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir yaşadığımız…
 Söylenecek hiçbir sözümüzün adrese teslim olmayacağından emin olduğumuz, bütün sözcüklerin anlamını yitirdiği bir yerdeyizdir…
 Hayatın bize bir şey katamadığı ve bizim de hayata bir şey katmak için anlamımızı kaybettiğimiz bir yer…
 Belki de boş gözlerle, algılamadan bir seyirdir hayat o noktada ve belki de amacı ve beklentisi olmayan, bir mesaj kaygısı taşımayan ve hedefi olmayan tek susuştur yaşadığımız…
 Susmak; eylemsiz ve durağan bir edim gibi görünse de her susku bir şey anlatır yine de ve her suskunun bir nedeni vardır ve her susku içinde pek çok sesi hapseden sessiz bir eylemdir…